Türkiye Cumhuriyeti, 29 Ekim 1923 yılından 14 Mayıs 1950’ye kadar, gerek devrim şartları ve gerekse Türk toplumunun sosyo- ekonomik ve kültürel şartlarının elverişli olmamasının bir sonucu olarak, çok partili siyasal yaşama geçememiş ve tek parti ile yönetilmiştir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra totaliter iktidarların yıkılışı, yeni bir dünya düzenini de beraberinde getirmiştir. Modern demokrasilerin egemen olduğu bu düzen, Türkiye’yi de etkileyerek, çok partili hayata geçiş sürecini hızlandırmıştır.

7 Ocak 1946 yılında, iktidar partisi olarak, Cumhuriyet Halk Partisi’nin de desteğiyle Demokrat Parti kuruldu. 1950 yılına kadar muhalefet partisi olarak görev yapan Demokrat Parti, 14 Mayıs 1950 seçimlerinde halkın önemli bir kısmının oylarını alarak tek başına iktidar oldu. Her yönü ile Türk demokrasi tarihi için bir dönüm noktası sayılması gereken bu süreç, tam anlamıyla barışçıl koşullarda gerçekleşti.


Demokrat Parti, 1954 ve 1957 seçimlerinde de halkın çoğunluğunun oyunu alarak Türkiye’yi on yıl boyunca tek başına yönetti. 1950- 1954 yılları arasında, özellikle ekonomi alanında ki olumlu gelişmeler, 1954 seçimlerinde halkın iktidar partisine desteğini artırdı. Bundan cesaret alan DP yönetiminin popülist politikalara ağırlık vermesi, ekonomide ciddi bozulmalar ve sosyal sorunlar doğurdu.

Bu da 1957 seçimlerinde halkın Demokrat Parti’ye desteğini önemli ölçüde azalttı. Fakat bu azalış, DP’nin iktidardan düşmesi için yeterli oranda değildi. 1957 seçimlerinde Demokrat Parti, seçimlerden zayıflayarak çıkmasına rağmen, tek başına hükümeti kuracak kadar oy almayı başardı.

On yıllık Demokrat Parti iktidarında Atatürk Devrimi’nin temel ilkeleri, teoride kabul edilmelerine rağmen, uygulamada hiç birine uyulmadı ve ilkeler ciddi şekilde amaçlarından saptırıldı. Bu da, Türk Devrimi’nin temeli sayılabilecek ekonomik bağımsızlık ve çağdaşlaşma hedefinin bu yıllarda duraklaması, hatta bazı noktalarda gerilemesi sonucunu doğurdu.

Böylece Türk toplumu 1950 – 1960 yılları arasında, gelişen batılı modern demokrasilerle bütünleşmek fırsatını da kaçırmış oldu. Demokrat Parti’nin oy toplama kaygısı ile “dini siyasete alet etme” politikası, bu dönemde gerici örgütlenmeleri cesaretlendirmiş, bu anlayış sonraki yıllarda da ii Türk siyasal hayatının tehlikeli bir alışkanlığı haline gelmiştir. 1960 yılının başında Türkiye Cumhuriyeti Devleti artık totaliter bir rejimin eşiğine gelmiştir.

Bu durum, 27 Mayıs 1960 yılında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin siyasal gidişata müdahale ederek, yönetimi devralması sonucunu doğurmuştur.