Cumhurbaşkanı Korutürk tarafından 17 Kasım 1974 te Ecevit in yerine başbakanlığa atanan kontenjan senatörü Sadi Irmak’ın hazırladığı bakanlar kurulu listesinin güven oyu alamayacağı belli idi. Teknokrat ve bürokratlardan oluşan partiler üstü görünümlü ırmak hükümetine ancak 17 güven oyu verildi. Fakat yerine başka hükümet kurulmadığından aylarca görev yapmak zorunda kaldı. 1 Mart 1975 te başbakanlık görevi yeniden Irmak'a verildiyse de kabul etmedi. Ecevit te aynı şeyi yaptı. Nihayet AP Lideri Süleyman Demirel Başbakanlık görevine getirildi.

12 Nisan 1975 günü Demirel başkanlığındaki AP(Adalet Partisi) – MSP(Milli Selamet Partisi) – CGP(Cumhuriyetçi Güven Partisi) – MHP(Milliyetçi Hareket Partisi) – Bağımsızlar ortak hükümetine 218’e karşı 222 güven oyu ile işbaşı yaptırıldı.  Bununla birlikte strateji kendi içinde açmazları taşıyordu. Milliyetçi Cephedeki partilerin soldan oy almaları söz konusu olamayacağına göre, aralarında kıyasıya mücadele edecekleri kesindi. Dolayısıyla bu nokta koalisyonun en zayıf halkasıydı. Öte yandan Milliyetçi Cephe’ye katılan partiler 1970’ler Türkiyesindeki yerlerini ve değişen ülke sorunların karşısında neler düşündüklerini etraflıca belirleyebilmiş değillerdi. Ekonominin de hiç iyi gitmediğini belirtmek gerekir. Dünya petrol bunalımın etkilediği fiyat artışları 1976 da enflasyonu  yüzde 20-30 lara çıkartmış, 1977 de yüzde 40-50 düzeyine fırlatmıştır.

İçerde bunlar olurken, dış politikada özellikle Yunanistan ve ABD ile anlaşmazlıklar sürmektedir. Şubat 1975’te Irmak hükümeti döneminde kurulan Kıbrıs Türk Federe Devleti dünya kamuoyunda tepki ile karşılanmıştır. Yunanistan’ın Ege denizindeki karasularını 12 mile kadar genişletmek istemesi, Türkiye’nin kıta sahanlığında petrol arama çalışmalarında bulunması, gerginliği daha da tırmandıracaktır.Fakat Milliyetçi Cephe Hükümeti döneminde en önemli sorun halkın can ve mal güvenliğinin sürekli tehdit ve saldırı altında olmasıdır.

1977 seçimlerinden sonraki gelişmeler bunun örneklerinidir. CHP lideri Bülent Ecevit, AP ve MHP dışında her türlü koalisyona hazır olduğunu belirtirken, AP lideri Süleyman Demirel, milliyetçi partiler topluluğu iktidarı sola teslim etmemeli diye görüş belirtiyordu. Ecevit’in en çok sandalyeye sahip parti başkanı sıfatıyla oluşturduğu azınlık hükümetinin programı parlamentoda okunurken AP ve MHP’liler genel kurulu terketmişler, MSP’liler birleşime bile katılmamışlardı. 

Bunun üzerine Demirel’in liderliğinde kurulan II. Milliyetçi Cephe Hükümeti 219 red oyuna karşılık 229 kabul oyu ile güvenoyu almış, fakat Ocak 1978’e kadar hükümet görevinde kalabilmiştir. İkinci MC hükümeti Cumhuriyet’in gensoru ile düşürülen ilk hükümetidir. Gensoru önergesi hükümetin içte ve dışta  güvenliği sağlayamadığı, cephecilik anlayışı ile ulusal birliği zedeleyip Türkiye’nin gelişmesini engellediği, halk çoğunluğunu yoksulluğa sürüklediği ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni Anayasa’nın belirlediği çerçeveden uzaklaştırmaya çalıştığı gerekçelerini kapsamaktaydı.

5 Ocak 1978’de AP’den istifa eden 11’ler, CGP ve DP desteği ile kurulan III. Ecevit Hükümeti 229 gibi kiritik bir oyla güvenoyu alırken bakanlık sayısının 34’e çıkartılmış olduğu dikkati çekiyordu. CHP ağırlıklı hükümetin iç ve dış politikası çeşitli çevrelerin tepkisine yol açmaktaydı. ABD’nin Ankara Büyükelçisi Başbakan Ecevit’i eleştirirken Ecevit 1978 yaz başında Moskova’ya resmi ziyaret düzenliyor ve SSCB ile siyasal ve ekonomik alanlarda uzlaşma yapmaya çalışıyordu.

Siyasal istikrarsızlığın en önemli göstergesi sıklıkla değişen hükümetlerdi. 12 Mart’tan, 12 Eylül’e uzanan 9 yılda tam 10 hükümet kurulmuş ve yıkılmıştır.  

Bu hükümetler şunlardır;

1-    I.Erim Hükümeti (Nisan 1971-Aralık 1971)
2-    II.Erim Hükümeti (Aralık 1971-Nisan 1972)
3-    Ferit Melen Hükümeti (Nisan 1972-Nisan 1973)
4-    Naim Talu Hükümeti (Nisan 1973-Şubat 1974)
5-    I.Ecevit Hükümeti (Şubat 1974-Ekim 1974)
6-    Sadi Irmak Hükümeti (Kasım 1974-Mart 1975)
7-    I.Milliyetçi Cephe (MC.) Hükümeti (Mart 1975-Mayıs 1977)
8-    II.Ecevit Hükümeti (Haziran 1977-Temmuz 1977)
9-    II.MC Hükümeti (Ağustos 1977-Aralık 1977)
10-    III.Ecevit Hükümeti (Ocak 1978-Ekim 1979)
11-    Demirel Hükümeti (Kasım 1979- Eylül 1980

* Kıbrıs Barış Harekatı, 20 Temmuz 1974





Kıbrıs Barış Harekatı, 20 Temmuz 1974 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Garanti Anlaşması’nın III. maddesine istinaden gerçekleştirdiği askeri harekatın adıdır.

1571′de Osmanlı yönetimi Kıbrıs’ta yer aldı. Daha önce Ada’da Venedikliler egemendiler. Osmanlı yönetimi, Venedikliler’in elindeki mülkü Rum Ortodoks Kilisesi’ne aktardı. Kiliseye geniş yetkiler verdi. Böylece Rum kilisesine ve toplumuna güç geldi. Giderek bu güç Türkiye’den gelip yerleşen Türkler’e karşı kullanılacaktı.

1878’de Rusya karşısında zor durumda kalan Osmanlı, Kıbrıs’ın yönetimini geçici olarak İngiltere’ye verdi. Birinci Dünya Savaşı’nda da İngiltere, Kıbrıs’a el koydu.

Kıbrıs adası resmen 1924′ de Türkiye nin kuruluş anlaşmaları olan Lozan antlaşmasında Büyük Britanya toprağı olmuştur. Türkiye o günün şartları gereği Kıbrıs adasının üstündeki İngiliz egemenliğini resmen kabul edip altına imza atmıştır.

1950’lerin sonlarında bağımsızlık hareketi başladı ve uluslararası anlaşmalara dayanan bir Türk-Rum Ortak Devleti kuruldu. Fakat Rumlar böyle bir Ortak Devlet’e razı olmadılar. Kıbrıs’ın tüm yönetimine kendileri el koyma yoluna gittiler; anlaşmaları, uluslararası anlaşmaları çiğneyerek ve Anayasayı çiğneyerek ve soykırımla Türkler’e saldırılarda bulunarak, Rumlar, 1963 yılında Ortak Devlet’i yıktılar.

Zürih Antlaşması (11 Şubat 1959)

Madde 3: Bu Antlaşma hükümlerinin herhangi birinin ihlali (çiğnenmesi) halinde Yunanistan, Türkiye ve İngiltere bu hükümlere saygıyı sağlamak için gerekli girişimlerin yapılması ve önlemlerin alınması maksadıyla aralarında danışmalarda bulunmayı üstlenirler. Üç garantör devletten biri, birlikte veya birbirlerine danışarak (işbirliği halinde) hareket etmek olanağı bulunmadığı taktirde, bu antlaşmanın oluşturduğu durumu (state of affairs) münhasıran yeniden oluşturmak gayesi ile hareket etmek hakkını korumaktadırlar.

Atina Yüksek Mahkemesi 21 Mart 1979 tarihinde aldığı kararla Türkiye’nin müdahalesinin, Garanti Anlaşması’nın IV. maddesine göre yasal olduğunu onaylamıştır. Avrupa Konseyi de 29 Temmuz 1974 tarihinde almış olduğu 873 sayılı karar ile Türk müdahalesinin yerinde olduğunu kabul etmiştir.



Birinci Barış Harekatı

5 Temmuz 1974′te Türkiye, Yunanistan ve İngiltere dışişleri bakanları I. Cenevre Konferansı çalışmalarına başladı. 30 Temmuz’da sona eren konferansta Türk tarafının istekleri doğrultusunda: "Ada’da bir güvenlik bölgesinin kurulması, Rum ve Yunan işgalindeki Türk bölgelerin derhal boşaltılması, esir durumda olan asker ve sivillerin mübadele edilmeleri veya serbest bırakılmaları, barışın sağlanması ile birlikte anayasaya uygun bir hükûmetin yeniden kurulmasının temini, Kıbrıs Cumhuriyeti’nde Kıbrıs Türk Toplumu ile Kıbrıs Rum Toplumu olmak üzere iki otonom idarenin mevcudiyeti" kabul ve ilan edildi.

Başbakan Bülent Ecevit, adada gelişmelerin kötüye gitmesi sebebi ile diplomatik görüşmeler yapmak üzere Londra’ya gitti. Acil olarak toplanan TBMM, Hükümete genel savaş açma yetkisi verdi. 14 ilde sıkıyönetim ilan edildi.



Hava İndirme

Kıbrısa Çıkan Piyade Erleri (20 Temmuz 1974)

Yavuz Plajına Çıkartılan Takviye Birlikler
20 Temmuz 1974 sabahı uçakların bombardımanından sonra Türk ordusu 6:15′ten itibaren havadan indirme ve denizden çıkarma başladı. Denizden çıkarma Karaoğlanoğlu plajına yapılmıştır. Rumlar, Türkiye’nin 1963 ve 1967′deki gibi adaya müdahale edemeyeceğini düşünmüş bu yüzden ilk başta etkili müdahale edememişlerdir. Ancak akşama doğru karşı harekata başlamışlardır.

Bu karar, İngiltere ve Yunanistan Büyükelçilerine bildirildiği gibi Ankara’da bulunan ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Sisco’ya da iletildi. Pakistan, Afganistan ve İran Türkiye’ye yardım sözü verdi. Libya Devlet Başkanı Kaddafi ihtiyaç duyulan tüm askerî mühimmatların kullanılabileceğini bildirdi. Bunun yanında Suudi Arabistan da 1.5 milyar dolarlık petrol ile 1 milyar dolar nakit para hibe etmiştir.

Türk kuvvetleri 22 Temmuz’da Girne’yi ele geçirdi. Türk paraşütçüleri Kıbrıs’ın başkenti Lefkoşa’nın Türk kesimine indi. Yunan birliklerinin Ada’da garantör olarak bulunan Türk birliğine saldırması ise, çarpışmaların Ada geneline yayılmasına neden oldu. 22 Temmuz akşamı Türkiye, BM Güvenlik Konseyi’nin ateşkes kararını kabul etti. Türk müdahalesi sonucu Yunanistan’daki cunta idaresi ve Kıbrıs Nikos Sampson Hükûmeti de yıkılmıştır.

İkinci Barış Harekatı; “Ayşe Tatile Çıksın”

Ancak 8 Ağustos’ta II. Cenevre Konferansı’nın yapılmakta olduğu zamanda Türklerin "iyi niyet jesti"olarak Limasol ve Larnaka civarında bir miktar köyü boşaltmış olmalarına rağmen, Milliuhaız Alayı ve EOKA-B işgal ettikleri yerleri tahliye etmedikleri gibi ellerindeki esirleri de serbest bırakmamışlardır.

Cenevre konferansına katılan Dışileri Bakanı Turan Güneş anlaşmanın mümkün olmadığı anlamına gelen "Ayşe Tatile Çıksın" parolasını Başbakan Bülent Ecevit’e bildirmiştir. Ayşe, Turan Güneş’in kızının adıdır.




Bunun üzerine 13 Ağustos’ta Türk birlikleri tekrar ilerlemeye başlamış ve 16 Ağustos’ta Lefke ve Magosa’nın kurtarılmasıyla sona eren üç günlük II. Barış Harekatı’nı gerçekleştirdi.

Apar topar ülkeye dönen Başbakan Bülent Ecevit, Milli Selamet Partisi kanadına ateşkesi kabul etmemeleri halinde hükümetin bozulacağını ifade etti. Bu ateşkes ile Erbakan’ın planı hayata geçmemiş oldu. Harekat neticesinde bir taraftan Magosa’ya diğer taraftan Lefke’ye varılarak Türk tarafının sınırları çizildi. İki harekatta toplam 498 Türk askeri, 70 Kıbrıslı Mücahit ve 270 Kıbrıs Türk’ü şehit oldu.


 
Amfibi Alayın Ele geçirdiği Rum Milli Muhafız Ordusu Bayrağı



  Deniz Piyade Erleri Mevzide

* 1973 ve 1977 Seçimleri, CHP'li Yıllar

1973 yılında yapılan seçimlerde ise CHP yüzde 33.3 oranında aldığı oyla yeniden iktidara geldi. Adalet Partisi aynı seçimlerde yüzde 29.8'e gerilerken DP yüzde 11.9, Necmettin Erbakan'ın başkanlığındaki Milli Selamet Partisi yüzde 11.8, CGP yüzde 5.3, MHP yüzde 3.4, TBP yüzde 1.1, MP yüzde 06, bağımsızlar da yüzde 2.8 oranında oy aldı.

1977 seçimlerinde ise CHP oylarını yüzde 41.3'e çıkardı, AP de yüzde 36.9'a. Aynı seçimlerde MSP 8.5, MHP 6.4, CGP 1.9, DP 1.9, TBP 0.4, TİP 0.2, bağımsızlar da 2.5 oranında oy aldı.

* Denizlerin İdamı, 6 Mayıs 1972

Mahkeme Süreci; Savunmalar ve Karar

 

Durusma yargıcı soruyordu:

-Mahkemeye itimadınız var mı?


Cemil oğlu, 1947 doğumlu, Erzurum Ilıca Mahallesi, Öznü köyü nüfusunda kayıtlı, Hukuk Fakültesi son sınıf ögrencisi Deniz Gezmiş:


-Mahkemeye asla güvenim yoktur. Mahkeme diye böyle bir yerde bulunmaktan utanç duyuyorum.

Durusma yargıcı soruyordu:

-Mahkemeye itimadınız var mı?-

Beşir oglu, 1947 dogumlu, Çekerek ilçesi Kussaray köyü nüfusuna kayıtlı Ankara ODTÜ fizik bölümü 2'inci sınıf ögrencisi Yusuf Aslan.


-Mahkemeye güvenim yoktur.

Durusma yargıcı soruyordu:

 -Mahkemeye itimadınız var mı?-


Hıdır oglu 1948 dogumlu Kayseri Sarız ilçesi, Bahçeli Mahallesi Nüfusuna kayıtlı ODTÜ'den ayrılma Hüseyin İnan:


-Mahkemeye güvenim yoktur. Sıkıyönetim Mahkemeleri'ni yargı organı olarak kabul etmiyorum.


Ve Hüseyin mahkeme ve dava konusundaki düsüncelerini sorgusunda, açıklamaya devam ediyor;

- 50 yılın bütün hesabını 20 gençten soruyorlar. Bununla da kalmayarak, daha ileri gidiyorlar; üç ayda eşi görülmemiş zamların, vergilerin, hayat pahalılığının ve reformları engelleyen parti ve bakanların üstüne örtü çekilerek, dikkatler bizim üzerimize toplanıp, biz, bu 20 genç topun ağzına sürülüyoruz. İddianameyi okudugum zaman, cezanın suça değil, suçun cezaya uydurulmaya çalışıldığını gördüm. Cezamızı; biraz önce bahsettigim pazarlık tayin edecektir. Böyle bir pazarlığın bize reva göreceği cezayı bağımsız yargı organlarından çıkarmak zor oldugu için, sıkıyönetim mahkemelerine çıkartılıyoruz.
 

Haklı olarak belirtiyorum; iddia makamını muhatap olarak almıyorum ve mahkemeyi bagimsiz yargi organı olarak kabul etmiyorum. Karanlık günler yasadığımız Erim iktidarı döneminde sözlerimizin halktan gizleneceğini biliyorum. Fakat, hürriyetlerimizin alındığı bu ortamda, konuşma fırsatı bulmak dahi önemlidir. Cezamızın başka organlar tarafindan verileceğini de çok iyi biliyorum.
 

Cumhuriyet tarihinde ilk defa 20 genç idam talebiyle yargılanıyor.
 

Erim iktidarı 3 aylık politikası ile; sanayiciler ve büyük tüccarlar hariç, Türkiye halkını; açlığın ve sefaletin eşiğine getirmiştir. Bu tehlikeli uygulamayı örtbas etmek için 20 genci topun ağzına sürmek yetmeyecektir!

Tarih, asıl suçluları affetmeyecektir!
 

Asıl suçlular kurtulsa dahi onları koruyanlar tarih önünde er geç hesap vereceklerdir.

Bu mahkemenin sonucu adli bir skandal olabilir. Fakat, mahkemenin sonucu ne olursa olsun dediklerimiz gerçeklesecektir!
 

Ta ki vatanı Amerika'ya satanlar ve gericilerin sonu gelene kadar, bu kavga biz olmasak da devam edecektir!


Yurtsever analar var oldukça devam edecektir! Kısaca; anaların rahmine el atılamıyacağına göre, mutlaka devam edecek ve başarılacaktır...

 
Denizlerin THKO Ortak Savunmasından;

Bizlerin tek özlemi tahsil sırasında bulunmamıza rağmen Türkiye'nin bağımsızlığıdır. Biz hiçbir zaman bütün çabamıza rağmen Türkiye'nin bağımsızlığını temin edemedik.

Biz 50 sene evvel Kurtuluş Savaşı vermiş bir ülkenin çocukları olarak Kurtuluş Savaşı'nın gerçek tahlilini yapmaya her zaman için muktediriz. Biz yine çok iyi biliriz ki Türkiye Kurtuluş Savaşı'nı yapmak için Samsun'a çıkanlara İstanbul örfi idaresince ve mahkemelerince idam cezası verilmiştir. Ve yine bilmekteyiz ki, Osmanlı İmparatorluğu yüzlerce generalinden ancak birkaç tanesi Kurtuluş Savaşı'na iştirak etmiştir. Ve yine bilmekteyiz ki Kurtuluş Savaşı yapıldığı sırada İstanbul'da bulunanlar bunları yapanlara eşkıya demiştir.

1950 tarihinde Amerikan emperyalizmi iktidara geldi. Demokrat iktidar 27 Mayıs 1960'da tarihe gömüldü. Demokrat Parti gitti, bunun gitmesiyle tellaklar değişmedi. 27 Mayıs'ı kastetmiyorum, bundan sonrasını kastediyorum. Hamam aynı fakat bu defa da tellaklar değişti. Amerika bu dönemde imdada yetişip İnönü'yü düşürdü, Demirel'i iktidara getirdi.

Mustafa Kemal'e gerçekten sahip çıkanlar varsa onlar da bizleriz

Öğrenci hareketlerine gelince, Türkiye'de öğrenci olayları 50-60 senedir eksik olmamıştır. Sultan Hamit'in Tıbbiye talebelerini Sarayburnu'ndan denize attığı tarihten itibaren öğrenci hareketleri Türkiye'de devam edegelmiştir. İkinci Dünya Savaşı sırasında faşizme hayır diyen gençler ilerici gençlerdi. Ve 28 Nisan 1960 tarihinde özgürlük savaşı veren gençlerdir. Amerikan emperyalizmi tarafından İnönü hükümetten düşürüldüğünde protesto gösterisi yapan gençler ilerici gençlerdir. Anayasa'ya Bağlılık Mitingi'ni de bizler yaptık. O günün mitinginde iktidarın kiralık adamlarından ve polisinden dayak yiyen de gene bizlerdik.

1968 senesine gelince, üniversiteler öğrenciler tarafından işgal edildi. İşgalleri gayet meşru idi ve kürsü ağaları dahi bu işgallerin haklılığını hiçbir zaman inkar edemedi. Aynı yılın Temmuz ayında Amerikan Filosu'na karşı gösteri yapanlardan Vedat Demircioğlu polis tarafından hunharca öldürüldü. İktidarın kiralık kuvvetleri ve polisi hunharca devrimcilerin üzerine saldırdı. 20'ye yakın devrimci öldürüldü. Bunların hiçbirinin katili bulunamadı. Polis karakolları işkencehane haline getirildi. Hiçbir savcı buna karşı çıkmadı. Fikir özgürlüğünü ve Anayasa'yı paravan yapanlar "önceden Atatürkçü geçinirken O'nun fikir ve şahsiyetini de küçük görmeye başladılar, sadece Mustafa Kemal tarafını beğeniyorlardı." suçlamasını kesin olarak reddediyorum ve asla kabul etmiyorum. Diğer yurtseverler de bunu kabul etmez.

Gerçekler örtülmek isteniyor. Mustafa Kemal'e gerçekten sahip çıkanlar varsa onlar da bizleriz. Onun İstiklal-i tam prensibini, ve onun istiklal-i tam Türkiye idealini yalnızca biz devam ettiriyoruz.

Anayasa'yı en fazla savunan bizleriz

İddianame'de bizim Anayasa'yı cebren ilgaya teşebbüs ettiğimiz ileri sürülmektedir. Öteden beri arzetmiş olduğum gibi, bu ülkede Anayasa'yı en fazla savunanlar bizleriz. Anayasa'yı ihlal edenlerse ortadadır. Anayasa'nın uygulanmasını isteyen gene bizleriz. Anayasa'yı uygulamayan yavuz kimselerse hâlâ ortadadır. Ve yine o kişiler bizim kellemizi istemektedirler. Bile bile iddia makamı bizim Anayasa'yı ilgaya teşebbüs ettiğimizi ileri sürmektedir.

İdddia makamı bizim vermekte olduğumuz Bağımsızlık Savaşı'na karşıdır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'na karşı, reformlara karşı ve bu nedenle bizim Anayasa'yı ilgaya teşebbüs ettiğimizi ileri sürmektedir. Çünkü Süleyman Demirel hâlâ ortada gezmektedir. Kudreti yetiyorsa Süleyman Demirel hakkında aynı şekilde dava açın, onlar 36 milyonluk ülkenin bütün yükünü 20 gencin üzerine yıkmaya alışmışlardır.

Amerika sizin döneminizde ülkeye girdi ve hiçbiriniz sesinizi çıkarmadınız


Bizi bağımsız bir ülkenin çocukları olmaktan mahrum eden hepiniz dahil sizlersiniz. Çünkü Amerika sizin döneminiz sırasında Türkiye'ye girdi ve hiçbiriniz sesinizi çıkarmadınız. Ve Demokrat Parti iktidarına 10 yıl ses çıkarmadınız. Ta ki 38 yurtsever subay ses çıkarana kadar ve onları devirene kadar. Ve bugün aynı savcılar bu şahıslar hakkında da idam kararı istemektedir. Süleyman Demirel'in Anayasa'yı ihlaline ve despotizmine ve ülkeyi Amerika'ya satmasına ses çıkarılmadı.


Ve meydanlarda bunlara karşı bizler dövüşmek zorunda kaldık, bizler kurşunlandık. Ve sonunda idam isteğiyle buraya getirildik

Bizim düşmanımız Amerikan emperyalizmi ve yerli işbirlikçileridir

Dediğim gibi Türkiye'yi bu hale getiren eski yöneticilerin bütün suçları bize yüklenmek istenmektedir. Bütün eski idarecilerin suçu bize yükletilmek istenmektedir.

Türkiye'nin bağımsızlığından başka hiçbir şey istemedik ve hayatımızı bu yola koyduk. Varlığımızı Türkiye halkına armağan ettik. Bunun aksini iddia edenler vatan hainidir. 12 Mart Muhtırası muvaffak olmasaydı bizi itham eden makam onları da aynı şekilde itham ederdi. Buna da kanaatim tamdır. 12 Mart Muhtırası Anayasa'nın uygulanmadığını iddia etmektedir ve parlamentoyu açıkça suçlamaktadır.

Biz strtaejik olarak düşüncelerimizi hiçbir zaman saklamayız. Hangi şartlar altında olursak olalım bunu açıkça söyleriz. Düşüncelerimizi mezara kadar götürürüz. Nasıl burada namluların ve dipçiklerin gölgesi altında konuşuyorsak düşüncelerimizi her zaman açıkça ifade ederiz. Bizim Anayasa'yı ilgaya teşebbüs gibi bir kastımız bulunsaydı, bunu da burada açıkça söylemekten çekinmezdik. Bizim böyle bir amacımız yoktur.

Bizim düşmanlarımız Amerikan emperyalizmi ve onun yerli işbirlikçileridir. Yani emperyalizm ile işbirliği yapan patronlar, feodal mütagallibe yani bezirgânlar, tefeciler. Toprak ağaları ve diğer işbirlikçileri ve bizim bütün eylemlerimiz bu hedefe yönelmiş bulunmaktadır. Bunun dışında başka bir hedefimiz yoktur.

Milyon metrekare vatan toprağı işgal altındayken mili bütünlüğü bozmakla suçlanıyoruz


Bizim kişi güvenliğini, mülkiyet hakkını, egemenlik ilkelerini, milli bütünlüğünü bozmak için harekete geçtiğimiz iddiaları vardır. Kişi güvenliğini ihlal edenler kimlerdir. Bunu evvela tesbit etmemiz lazım. Karakollarda işkence gören bizler olduk. Meydanlarda kurşunlanan yine bizler olduk. Bakanların emriyle hapishanelere atılan bizler olduk. Buna rağmen kişi güvenliğini bozan olmakla itham ediliyoruz. Yukarıda anlatılan asıl kişi güvenliğini bozanlar ise serbestçe meydanlarda dolaşmaktadır.

Mülkiyet hakkını ortadan kaldıracağımız iddia ediliyor. Bizatihi Anayasa mülkeyet hakkını toplum yararına kısıtlamıştır. Mutlak mülkiyet hakkı tanımamıştır. 50 köye sahip bir toprak ağasını anayasamız kabul etmemiştir. Egemenlik ilkelerine karşı çıkanlar halkın sırtından geçinenlerdir.

Ayrıca milli bütünlüğe karşı çıkmakla da suçlanıyoruz. 101 tane Amerikan üssünün bulunduğu ülkede bizim milli bütünlüğü bozmak istemekle itham edilmemiz gülünç olmaktadır. Milyon metrekare vatan toprağı işgal altındayken bizim milli bütünlüğü bozmakla suçlanmamız gülünçtür.

21 yılın hesabını 21 gençten sormak istiyorlar

Mustafa Kemal sağ olsaydı bugün çok şaşırırdı. İddianame baştan beri sırf kelle istemek maksadıyla hazırlanmıştır. Şeklen de hukuk mantığından mahrumdur. Hukuki kıymet ve değerden mahrumdur. 21 yılın hesabını 21 gençten sormak maksadıyla ve suçluların telaşı içerisinde hazırlanmış bir iddianamedir.

Ben şunu iddia ediyorum ki, hareketimiz tamamen Anayasal bir harekettir. Anayasa'nın başlangıç ilkesinde belirtilen ulusun zulme karşı direnme hakkını kullandık. Bu sebeple Anayasal bir davranışta bulunduk. Yaptıklamızın haklı olduğuna inanıyorum. Halen de bu inancı taşıyorum.

Türkiye'nin bağımsızlğından başka bir şey istemedim. Ve bu sebeple Amerikan emperyalizmine ve işbirlikçilerine karşı mücadele verdik. Bundan dolayı da ölümden korkmuyoruz. Onu ancak işbirlikçiler düşünsün. Ve ancak onlar kendi canının telaşına düşsün. 


Ve ben 24 yaşındayken kendimi Türkiye'nin bağımsızlığına armğan etmekten onur duyuyorum. Bu bağımsızlık düşüncesini mezara kadar götüreceğiz.

 
Sayın Savcı,
1. Amerikan emperyalizmi gayrî millîdir.
2. Ona ortaklık edenler ulusumuza ihanet etmişlerdir.
3. Emperyalizme karşı mücadele suç değildir, silahlı mücadele ise Anayasayı ihlâl değildir.
4. Gayrî millî olan emperyalizm ve ortaklarının sömürüsü, Anayasaya aykırıdır.
Buna göre iki şey var:
1. Eğer belli bir hata sonucu, iddianame ve mütalaayı hazırladınızsa, dikkatli
olunuz; idamını istediğiniz kişiler kasaplık koyun değildir ve siz savcısınız…
2. Yok eğer yaptığınızın bilincinde iseniz; yolunuz açık olsun.

 

Karar; 
Deniz Gezmiş Yusuf Aslan, mahkememiz Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının tamamını, bir kısmını, tağyir, tebdil veya ilgaya cebren teşebbüs suçunu işlediğiniz sabit gördü, TCK'nın 146/1 maddesi uyarınca ölüm cezasına tezcilinize karar verdi.


Halit Çelenk  
Bugün 87 yaşında olan, 5 yıldır kanser ve astım tedavisi gören, bir dönemin tanığı Avukat Halit Çelenk, Ankara Bahçelievler’deki evinin kapılarını Akşam’a açtı. 68 kuşağının önderleri, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın, 6 Mayıs 1972 sabahı Ankara Ulucanlar Cezaevi’nin avlusunda darağacına gidişlerine avukat Mükerrem Erdoğan’la birlikte tanıklık eden Çelenk, “İdam Gecesi Anıları” adlı kitabında dahi söz etmediği önemli bir olayı Akşam’a anlattı. Çelenk’in  Bir türlü gözümün önünden gitmiyor dediği saatler şöyle:



Yusuf Pencereden İzledi
 

Ulucanlar Cezaevi’nin avlusunda kurulan darağacı, başgardiyanın odasının penceresinden net bir şekilde görülüyordu. Biz cezaevine geldiğimizde Deniz bu odaya alınmıştı ve pencerenin tam karşısındaki koltukta oturuyordu. Deniz’in biraz sonra can vereceği darağacı, tam karşısında duruyordu. Hazırlıklar tamamlandıktan sonra Deniz’i darağacına çıkardılar.


Deniz Gezmiş


 
Deniz Gezmişin Boynuna Asılan Yaftası

İnfaz sürerken, odaya Yusuf’u getirdikler. Yusuf, pencereden Deniz’in son nefesini verişini izledi. Yusuf infaz edilirken de, Hüseyin’i odaya getirdiler ve o da, Yusuf’un infazını saniye saniye gördü. Bunu kitabımda bile yazmadım, sadece Yusuf Aslan’ın, Duydum Deniz’in sesini sözlerine yer verdim. Biraz sonra aynı darağacında ölecek birine, arkadaşının infazını seyrettirmekten daha ağır bir işkence olabilir mi?



Yusuf Aslan


Hüseyin İnan

Halit Çelenk Anlatıyor;

25 Dakika Can Çekişti


İnfaz kesinleşince darağacında can vermenin ne kadar süreceğini düşündüm. Hukuk Fakültesi’nde okuduğumuz Adli Tıp kitabında, asılarak ölümün birkaç dakika içinde gerçekleşeceği yazıyordu. 


Deniz’in infazını unutamıyorum. Deniz’in can vermesi tam 25 dakika sürdü. 87 yıllık yaşamda geçirdiğim en kötü zaman dilimi olan o dakikalardaki çaresizliğimi anlatamam. Avukat arkadaşım Mükerrem Erdoğan’la birlikte cezaevi doktoru ile tartışmaya başladık. Bunu fark eden cellat yanımıza yaklaştı ve Deniz çok ağır olduğu için ip kopmasın diye çift ilmik kullandım. İnfaz çift ilmik kullandığım için uzadı dedi. Birkaç dakika içinde sona erecek olan infazın, çift ilmik atılarak 25 dakika sürmesinin adı da, işkencedir. 

Cellatın açıklamasından sonra duruma itiraz edince, Yusuf ve Hüseyin’in infazlarında tek ilmik kullanıldı.

87 Yılımın En Zor Anı

Halit Çelenk idam gecesini 87 yıllık yaşamda geçirdiğim en kötü zaman dilimi olan o dakikalardaki çaresizliğimi sizlere anlatamam sözleriyle ifade etti. Çelenk idamın üzerinden 35 yıl geçmesine karşın o geceyi dair her şeyi çok net hatırlıyor.

Mahkeme Başkanı Sigara İçti

Denizlerin idamı sırasında gözümün önünden gitmeyen bir başka sahne ise, idam cezasını veren mahkemenin başkanı Ali Elverdi’nin, bir ağaca dayanarak sigara içmesidir. Deniz, Yusuf ve Hüseyin darağacına doğru yürürlerken Elverdi, sigarasını tüttürüp havaya üflüyordu. Ben bu davranışı da, bir işkence olarak tanımlıyorum. Çünkü o sigara acı değil, bir keyif sigarasıydı.

Deniz’in Ayakları Masaya Değdi

Deniz, sehpaya çıkarıldıktan sonra ayaklarının altındaki tabureyi kendisi tekmeledi. Tabure masanın üzerinde bir süre döndükten sonra düştü. Ancak Deniz boşlukta asılı kalmadı. Çünkü boyu uzun olduğu için ayakları masaya değiyordu. Bu durumu gören Savcı Yardımcısı Veysi Sami, cellatı uyararak, masayı çek, masayı çek diye bağırdı. 


Bu süre içinde Deniz’in bilinci büyük bir ihtimalle yerindeydi. Darağacındaki kişinin o saniyelerde neler yaşadığını düşünebiliyor musunuz? Deniz’in boyunun uzun olduğunu bile bile, ayaklarının değeceği bir masa konulması, işkenceden başka hangi sözle açıklanabilir?

Deniz Gezmiş'in Son Mektubu

Baba,
Mektup Elinize geçmiş olduğu zaman aranızdan ayrılmış bulunuyorum. Ben ne kadar üzülmeyin desem yine de üzüleceğinizi biliyorum. Fakat bu durumu metanetle karşılamanızı istiyorum. İnsanlar doğar, büyür, yaşar, ölürler.


Önemli olan çok yaşamak değil yaşadığı süre içinde fazla şeyler yapabilmektir. Bu nedenle ben erken gitmeyi normal karşılıyorum. Ve kaldı ki benden evvel giden arkadaşlarım hiçbir zaman ölüm karşısında tereddüt etmemişlerdir. Benim de tereddüte düşmeyeceğimden şüphen olmasın. Oğlun ölüm karşısında aciz ve çaresiz kalmış değildir. O bu yola bilerek girdi ve sonunun da bu olduğunu biliyordu.

Seninle düşüncelerimiz ayrı, ama beni anlayacağını tahmin ediyorum. Sadece senin değil, Türkiye’de yaşayan Kürt ve Türk halklarının da anlayacağına inanıyorum. Cenazem için avukatlarıma gerekli talimatı verdim. Ayrıca savcıya da bildireceğim. Ankara’da 1969’da ölen arkadaşım Taylan Özgür’ün yanına gömülmek istiyorum. Onun için cenazemi İstanbul’a götürmeye kalkma Annemi teselli etmek sana düşüyor. 

Kitaplarımı küçük kardeşime bırakıyorum. Kendisine özellikle tembih et, onun bilim adamı olmasını istiyorum. Bilimle uğraşsın ve unutmasın ki, bilimle uğraşmak da bir yerde insanlığa hizmettir. 

Son anda yaptıklarımdan en ufak bir pişmanlık duymadığımı belirtir, seni, annemi, ağabeyimi ve kardeşimi devrimciliğimin olanca ateşiyle kucaklarım.
06 Mayıs 1972
Oğlun Deniz GEZMİŞ


Yusuf Aslan'ın Son Mektubu

Sevgili Babacığım,
Bu mektubu aldığım zaman ben edebiyyen bu dünyadan göç etmiş olacağım. Ne kadar sarsılacağını tahmin ediyorum. Bir  buçuk seneden beri, benim yüzümden nasıl üzüntü içinde olduğunuz malum Bu son onayı da metanetle karşılamanızı sadece dileyebiliyorum.

Babacığım, bu olayda da annemin ve Yücel’in senin tesellilerine ve desteklerine ihtiyaçları çok. Bunun için ne kadar metin olursan hem senin sağlığın için hem de onlar için o kadar iyi olur. Elbette ki, yıllarca emek verip yetiştirdiğin bir oğlunun bir günde öldürülmesi, kolay göğüslenecek bir olay değildir. Fakat siz benim ne için,  kimlere karşı mücadele verdiğimi biliyorsunuz. Ben bu açıdan rahat ve vicdan huzuru içinde gidiyorum. Sizlerin de bu bakımdan rahat ve huzur içinde olduğunuzu ve olacağınızı biliyorum.

Babacığım, annemin ve Yücel’in, senin desteklerine muhtaç olduklarını yukarıda söylemiştim. Onları rahat ettirmek için bütün gücünü kullanacağından zaten eminim. Babacığım, burada şunu ilave edeyim ki, Yücel’in hastalığından kendimi sorumlu hissediyorum. Yücel için her şeyinizi ortaya koyacağınız konusunda da kuşkum yok. Ablamlar için söyleyeceğim: fazla üzülmesinler, olayın sarsıntıları geçtikten sonra normal hayatlarını devam ettirsinler. Mehtap’a ne diyeyim… Benim için her zaman bol bol öpün.

Babacığım, cezaevinde kalan arkadaşları ara sıra yoklarsan, hallerini hatırlarını sorarsan çok memnun olurum. Her birisi oğlun sayılır. Dışarıda bizler için uğraşan dostlarımı ve dostlarını hiçbir zaman unutmayacağını biliyorum.

Mektubum burada biterken sizi, anemi, Yücel’i, ablamı, Aziz Abiyi, Mehtap’ı hasretle kucaklarım babacığım… Sağlıcakla kalın.
Hoşçakalın
02 Mayıs 1972
Hüseyin İnan'ın Son Mektubu

Babama, anneme, kardeşlerime ve yakın akrabalarıma,
Söyleyecek fazla söz bulamıyorum.

Bir insanın sonunda karşılayacağı tabii sonuç bildiğiniz sebeplerden dolayı erken karşıma çıktı.

Üzüntü ve acınızı tahmin ediyorum.
İleride durumunu çok daha iyi anlayacağınız inancındayım.

Metin olunuz.
Üzüntü ve acılarınızı unutmaya çalışınız.

Bütün varlığımla hepinize kucak dolusu selamlar sevgiler!…
Yazılacak çok şey var, fakat hem mümkün değil, hem de sırası değil

Candan selamlar
Hüseyin İNAN



 
 


* * *


İdamları TBMM'de 24 Nisan 1972'de oylanmıştı.
İdam kararına 276 milletvekili "Evet", 48 milletvekili de "Hayır" demişti.
2 çekimser vardı. 115 milletvekili de katılmamıştı.
İsmet İnönü, Bülent Ecevit, Mehmet Ali Aybar, Muammer Erten, Necdet Uğur retçiler arasındaydı.

Süleyman Demirel, Alparslan Türkeş, İsmet Sezgin, Nahit Menteşe, Hasan Korkmazcan, Oğuz Aygün, Necmettin Cevheri, Zeki Çelikel, "Kabul" demişti.
Necmettin Erbakan, Osman Bölükbaşı, Hüdai Oral, Mustafa Timisi, Orhan Kabibay, oylamaya katılmayanlardandı.


Meslektaşımız Türey Köse, geçen hafta çıkan "Ölüme Oy Vermek" (Ümit Y., 2004) kitabında Cumhuriyet tarihi boyunca idamı incelerken, Deniz'lerin oylamasında el kaldırmış siyasilerle görüşmüş, 32 sene sonra ne düşündüklerini sormuş.


Cevapların kiminde samimi bir pişmanlık var, kiminde sinsi bir inkar, kiminde dişli bir inat...


Tarihe not düşmek açısından AP'lilerin yanıtlarını özetlemek istiyorum:

Nahit Menteşe: "Deniz Gezmiş ve arkadaşları konusunda yanlış yaptık. Adli hatalar olabilir. O zaman 'Devlet elden gidiyor' görüşü vardı. Bunlar da gözünü budaktan sakınmıyordu. Asker de bunların mutlak surette idam edilmesi taraftarıydı. (...) Ben idam cezasına karşıydım, ama o dönemin koşulları gereği öyle oldu. İçimizden 'Keşke tasdik edilmese' diyorduk. Ama oy verdik. Aksi halde vatan haini ilan edilirdik". (!!!!!!)

İsmet Sezgin: "Bir baskı ortamı vardı. Meclis, kendini o ortamdan kurtaramadı. Yanlış olmuştur. İdam hiçbir meseleyi halletmiyor. Bu gençler asıldı da ne oldu? Bir kin meydana geliyor. Devlet, duygularla, heyecanlarla değil, akılla, hukukla yönetilir. Can almak Tanrı'ya mahsustur".

Zeki Çeliker: "Ben hiçbir zaman bir idamı onaylayacak bir tavır içinde olmadım, elim kalkmadı (Deniz'lerin idamına 'Evet' dediği hatırlatılınca...) Demek ki, orada unutmuşum, yanlış yapmışım. (!!!)Şartlar değişikti. Mazide olanları tasvip etmek mümkün değil. Pire için yorgan yakmamak lazım".(!!!)

Oğuz Aygün: "Deniz Gezmiş yakışıklı bir adamdı. Film artisti gibi... İnsanın içi sızlıyor. Belki ben de üzülmüşümdür, gözlerim dolmuştur, keşke olmasaydı diye... Ama Deniz Gezmiş, arkadaşlarının lideri durumundaydı. Fizik yapısı, durumu, inatçılığı ve iddialarıyla... Son dakikaya kadar kapıldığı yoldan en ufak bir sapma göstermeden Türkiye Cumhuriyeti'ne meydan okudu. Bir tek adam, filmlere konu olacak kadar yakışıklı, kabadayı bir adam devlete meydan okuyordu. O ideolojiye taviz verseydik, belki Türkiye'yi bugünlere getiremezdik. Ya devletin prestiji sıfır olacak, ya Deniz Gezmiş asılacaktı. O gün verdiğim karardan bugün pişman değilim, ama üzülüyorum, bunlar olmamalı..."

Süleyman Demirel: "Devirler değişiyor. Bundan 30 sene evvelin şartları bugün yoktur. Başka şartlar vardır. Bugünkü şartları düne götürerek düşünemezsiniz, çok yanlış olur. Binaenaleyh insani tarafını düşündüğümüz zaman, kimsenin, karıncanın incinmesine razı olmayız. Fakat bir olay var: Hikmet-i idare, devletin bekası gibi kavramlar bizim geleneklerimizde vardır. Padişahlar, kardeşlerini, çocuklarını astırmıştır".


Can Dündar
Fotoğraflarla, Denizler... 


 
 
 
 
 
 



* * *
 


Devrim bir gemidir, kimbilir kaç liman görmüş, kaç Deniz Gezmiş...
 -SON-

* Kızıldere Olayı, 1972




Hedefleri, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamlarını önlemekti.

Takvimler 30 Mart 1972'yi gösteriyordu. Dönemde Elrom'un öldürülmesini üstlenen
örgüt(Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi), Kartal-Maltepe Cezaevi'nden kaçtıktan sonra yine işbaşındaydı.Bu büyük firar Türkiyeyi sarsmıştı.


Ulaş Bardakçı
Şehirde Ulaş Bardakçı ve Hüseyin Cevahir gibi örgütün 2 ve 3 numaralı gerillalarının öldürülmesiyle örgüt kırlara yönelmişti. Devlet tek ismin peşindeydi. Samsun doğumlu Mahir Çayan'dı.

Pek çok yazıları yayımlandı Kurtuluş Dergisinde. Marxizmi çok iyi bir şekilde yorumlayan Mahir artık akımını oluşturmuştu. "Çayanizm" görüşü artık siyasi arenadaydı.Ünivesite yıllarında Milli Demokratik Devrim(MDD) anlayışını benimsemişti.

Türkiye Halk Kurtuluş Partisi - Cephesi kurucularından Mahir Çayan, Dev-Genç Genel Başkanı Ertuğrul Kürkçü, Dev-Genç MYK üyesi Hüdai Arıkan, THKO'dan Cihan Alptekin, Fatsalı Nihat Yılmaz, öğretmen Ertan Sarıhan ve Ünyeli Ahmet Atasoy, iki İngiliz ve bir Kanadalı radar teknisyenini NATO üssünden kaçırdılar. Kendilerini Kızıldere'de bekleyen Dev-Genç Genel Sekreteri Sinan Kazım Özüdoğru, SBF Öğrenci Derneği yöneticisi Sabahattin Kurt, THKO'dan Ömer Ayna ve 'Hava Kuvvetleri Proleter Devrimci Örgütü'nün kurucusu olarak aranan üsteğmen Saffet Alp'le buluştular.

30 Mart günü saat 16:30 olmuştu. Artık insan avı başlamıştı. Önce karşılıklı sataşmalar olmuştu. Evdekiler tartıştılar ve ardından şu karar alındı;  


Teslim Olmayacağız,Direneceğiz.


Ertugrul Kürkçü sık sık küfürler ediyordu. MİTten aynı şekilde cevap geliyordu. Mahir ise dışarıdakileri, Sam Amcanın Evlatları diyerek suçluyordu.
 

Mahir'den el bombalarının pimlerini çekin emri geldiğinde jandarma silaha başlamıştı. Ev, toza dumana bürünmüştü. 2 günlük pazarlıgın ardından yapılan çatışmada, başta Mahir Çayan(solda) olmak üzere 9 yoldaşı katledildi. Çatışmadan ise tek sağ kurtulan militan, Ertuğrul Kürkçü oldu. Fakat esas gerçekler onu göstermedi. Çatışmadan sonra Saffet Alp sağ çıktı. Ancak sağ çıkmasına ragmen sorgusuz sualsiz başına bir kurşun sıkılarak öldürüldü. 

Kuşatmada , evdekiler Ünyede kaçırdıkları İngiliz teknisyenleri de vurmuştu ölmeden önce.

Ertugrul Kürkçü ise ağır yaralı halde 2 gün sonra bulundu. Çatışmadan kalan en ilginç not ise; Mahir Çayan'ın cebinden ünlü Fransız sanatçı Sylvie Vartan'ın imzalı fotografı çıkmasıydı.








* 1961 - 1971 Önemli Olayları

Yeni Anayasa'nin kabulu (9 Temmuz 1961)
Halk oyuna sunulan yeni anayasa %65 evet, %35 hayir oraniyla kabul edilmistir. Bu anayasa cumhuriyetin en demokratik ve özgürlükleri genisleten anayasasi olarak bilinmektedir.

Idamlar uygulandi (16-17 Eylül 1961)
Yassiada Durusmalari sonucu idama mahkum edilen Hasan Polatkan ve Fatin Rüstü Zorlu Imrali adasinda idam edildiler. Ertesi gün de Adnan Menderes idam edildi. Cumhuriyet tarihinde ilk kez bir basbakan idam ediliyordu.

22 Subat Olayi (22 Subat 1962)
Ankara Harp Okulu komutani Albay Talat Aydemir ve arkadaslari hükümet darbesine kalkistilar. Darbe bastirildi. Katilan subaylar emekliye sevkedildiler ve hükümetle yapilan anlasmaya göre ceza görmediler. Ancak darbeci egilimler ordu içinde güçlenmeye baslamisti.

21-21 Mayis Olayi (20-21 Mayis 1963)
Talat Aydemir'in ikinci defa basarisiz darbe tesebbüsü. Ilkinde affedilen Aydemir ve 7 arkadasi bu kez affedilmeyecek ve idam cezasina çarptirilacaklardi.

Kibris Sorunu (21 Aralik 1963)
Öte yandan Kibris'ta EOKA planlari gündeme gelmisti. Bunun üzerine Türk Jetleri ilk defa Kibris semalarinda göründüler.

Johnson Mektubu (4 Haziran 1964)
Türk hükümetinin Kibris'a müdehale karari almasi üzerine, ABD baskani Johnson Inönü'ye sert bir mektup gönderdi.

Cengiz Topel Sehit (8 Agustos 1964)
Kibris'ta Rumlarin hücumu artinca Türk Jetleri askeri hedefleri bombalamaya basladi. Pilot yüzbasi Cengiz Topel sehit oldu.

Demirel AP Genel Baskani (29 Kasim 1964)
Süleyman Demirel Adalet Partisi Genel Baskanligini kazandi. AP Kurultayinda Sadettin Bilgiç'i büyük farkla geçen Demirel genel baskan oldu.

AP Iktidar (10 Ekim 1965)
Genel seçim sonuçlari açiklandi. Buna göre AP %52.9 oyla iktidar oldu.

Ortanin Solu (24 Eylül 1966)
CHP genel Baskani Ismet Inönü sonradan çok tartisilacak olan "ortanin solu" kavramini Istanbul Il Kongresi'nde açikladi. CHP böylelikle merkez partisi kimliginden yavas yavas uzaklasmaya basladi.

Anadol Otomobil (1 Ocak 1967)

Anadol marka ilk oto piyasaya çikti.

Papa Türkiye'de (25 Temmuz 1967)
Papa 6.Paul Türkiye'yi ziyaret etti.

Ögrenci Olaylari (11-12-13 Haziran 1968)

Ankara ve Istanbul'da boykot ve çatisma olaylari yogunlasti.

6. Filo gösterileri (17 Temmuz 1968)
ABD 6. Filosunun Istanbul'a demirlemesi kanli olaylara sebep oldu.

Kommer'in Arabasinin yakilmasi (6 Ocak 1968)
ABD büyükelçisi Robert Kommer'in arabasi ODTÜ bahçesinde yakildi.

Kanli Pazar (16 Subat 1969)
Istanbul'da 6. Filoyu protesto eden gençlerin üzerine gericiler saldirdi. 2 Ölü.

Bogaz Köprüsünün temeli atildi (20 Subat 1970)
Istanbul Bogaz Köprüsü'nün temeli atildi.

15-16 Haziran Sendikalar Kanunu (15-16 Haziran 1970)

Sendikalar kanununu protesto eden DISK'e bagli isçilerle güvenlik kuvvetleri çatisti. Sikiyönetim ilan edildi.

U-2 Skandali (21 Ekim 1970)
Sovyetlerle U-2 casus uçagi krizi yasandi.
 

12 Mart Muhtirasi (12 Mart 1971)
Türk Silahli Kuvvetleri 12 Mart'ta muhtira verdi. Basbakan Demirel görevinden istifa etti. 12 Mart'ta Türkiye'nin önemli dönemeç noktalarindan biri olup, tarihe daha çok baskilari ve iskenceleriyle geçmistir. Ordu içindeki radikal subaylara karsi, statükocu subaylarin bir karsi-hamlesi olmustur.

Erim Kabinesi (26 Mart 1971)

Kocaeli milletvekili Nihat Erim baskanliginda "teknisyenler kabinesi" kuruldu.

Elrom kaçirildi (17 Mayis 1971)
Israil'in Istanbul Baskonsolosu Efraim Elrom, THKP-C militanlarinca kaçirildi ve öldürüldü.
 

* 12 Mart Muhtırası, 1971



Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Faruk Gürler, Genel Kurmay Başkanı Org. Memduh Tağmaç, Deniz Kuvvetleri Komutanı Ora. Celal Eyiceoğlu ve Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Muhsin Batur (soldan sağa)

1960'lı yılların sonlarında Türkiye'nin çıkmazları yeni bir askeri müdahalenin ayak seslerini duyurmaya başladı. 1969 seçimlerinden Adalet Partisi (AP) tek başına iktidar olarak çıktı. Ancak, Demokrat Partililer'in siyasal haklarının iadesi konusunda çıkan görüş ayrılığı partiden büyük bir grubun kopmasına neden oldu ve Demokratik Parti adıyla yeni bir parti kuruldu.

Bu bölünme hükümetin meclisteki oy oranını düşürürken, zayıf hükümetlerden yakınan kesimlerin eline de büyük bir koz geçmiş oldu. Bu arada 1960'lı yılların ortalarında başlayan öğrenci hareketleri 1970'lerin başında nitelik değiştirmiş, çeşitli gruplar silahlı eylemlere başlamıştı. Sendikalar için hazırlanan yasa tasarısına karşı 15 -16 Haziran 1970'de gerçekleştirilen işçi eylemleri de toplumsal huzursuzluğun bir başka göstergesiydi.

Huzursuzluk, AP'yi başından beri DP'nin devamı olarak görmüş olan Silahlı Kuvvetleri de derinden etkiledi. 70'lerin başında, Silahlı Kuvvetler reform taleplerini yüksek sesle ifade etmeye başladı ve kuvvet komutanlarının başbakana ülkenin içinde bulunduğu durumla ilgili uyarı mektupları göndermesi askeri müdahale söylentilerinin yaygınlaşmasına yol açtı.

Bu arada Silahlı Kuvvetler içinde bir kesim milli devrimci bir gelişme stratejisi benimsedi ve benzerlerine Mısır ve Cezayir'de rastlanan sol bir askeri müdahale(9 Mart Askeri Darbe Teşebbüsü) arayışına girdi. Bütün bu gelişmeler karşısında, Başbakan Süleyman Demirel istifa önerilerini sürekli geri çevirdi ve güvensizlik oyu almadan hükümetten çekilmesinin söz konusu olmayacağını bildirdi.

Bu ortamda Türk Silahlı Kuvvetleri'nin üst yönetimi hükümete bir muhtıra verdi ve 12 Mart Muhtırası diye anılan bu müdahaleyle yeni bir döneme girildi.

Dört imzalı muhtıra;
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Faruk Gürler, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhsin Batur ve Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Celal Eyiceoğlu'nun imzasını taşıyan muhtıra şu maddelerden oluştu:

1- Parlamento ve hükümet, süregelen tutum, görüş ve icraatlarıyla yurdumuzu anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokmuş, Atatürk'ün bize hedef verdiği uygarlık seviyesine ulaşmak ümidini kamuoyunda yitirmiş ve anayasanın öngördüğü reformları tahakkuk ettirememiş olup, Türkiye Cumhuriyeti'nin geleceği ağır bir tehlike içine düşürülmüştür.

2- Türk milletinin ve sinesinden çıkan Silahlı Kuvvetleri'nin bu vahim ortam hakkında duyduğu üzüntü ve ümitsizliğini giderecek çarelerin, partiler üstü bir anlayışla meclislerimizce değerlendirilerek mevcut anarşik durumu giderecek anayasanın öngördüğü reformları Atatürkçü bir görüşle ele alacak ve inkılap kanunlarını uygulayacak kuvvetli ve inandırıcı bir hükümetin demokratik kurallar içinde teşkili zaruri görülmektedir.

3- Bu husus süratle tahakkuk ettirilemediği takdirde, Türk Silahlı Kuvvetleri kanunların kendisine vermiş olduğu Türkiye Cumhuriyeti'ni korumak ve kollamak görevini yerine getirerek, idareyi doğrudan doğruya üzerine almaya kararlıdır.

Bilgilerinize.


Demirel istifa etti

Cevdet Sunay ve Süleyman Demirel
Muhtırayı, anayasa ve hukuk devleti anlayışıyla bağdaştırmanın mümkün olamayacağını belirten Başbakan Demirel hemen istifa ederken, Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ordunun görevini yaptığını, ana muhalefet partisi CHP lideri İsmet İnönü ise başbakanın istifasının demokratik bir istifa olduğunu söyledi.

Muhtıra başlangıçta değişik çevrelerce de desteklendi. Ama 12 Martçılar'ın ilk önemli icraatlarından biri ordu içinde geniş bir tasfiye yapmak ve sol darbe hazırlıkları içinde olduğu söylenen subayları ordudan çıkartmak oldu. Ardından 1961 Anayasası'nın öngördüğü temel hak ve özgürlüklere önemli kısıtlamalar getirilen olağanüstü bir ara rejim dönemine girildi.

 

Nihat Erim Hükümeti
Kendisine yeni hükümeti kurma görevi verilen CHP Kocaeli Milletvekili Nihat Erim(solda), partisinden istifa ettikten sonra, 26 Mart'ta yeni hükümeti açıkladı. 25 kişilik kabinede 5 AP'li, 3 CHP'li ve 1 de MGP'li üye yer alırken, kalan 14 bakan TBMM dışından seçildi. Bu arada yasadışı örgütlerin banka soygunları ve adam kaçırma eylemleri hızla devam ediyordu.

Hükümet, 26 Nisan'da sol muhalefeti iyice sindirmek amacıyla İstanbul, Ankara ve İzmir'in de bulunduğu 11 ilde sıkıyönetim ilan etti ve hemen ardından geniş çaplı tutuklamalar başladı. Sıkıyönetim komutanlıkları çeşitli derneklerin faaliyetlerini durdururken, bazı gazetelerin yayımına geçici bir süre için yasak koydu.

Elrom olayı


 17 Mayıs'ta İsrail'in İstanbul Başkonsolosu Efraim Elrom'un Mahir Çayan'ın(solda) önderliğini yaptığı Türkiye Halk Kurtuluş Cephesi adlı yaşadışı örgüt tarafından kaçırılması ve örgütün, tutuklu arkadaşları serbest bırakılmadığı takdirde Elrom'un öldürüleceği yolunda açıklama yapması, hükümetin tavrının iyice sertleşmesine neden oldu.

Olay üzerine Başbakan Yardımcısı Sadi Koçaş'ın radyoda okuduğu hükümet bildirisinde, Elrom'un derhal serbest bırakılmaması halinde bu eylemi düzenleyen örgütle uzaktan yakından ilişkisi bulunan herkesin tutuklanarak sıkıyönetim komutanlıklarına teslim edileceği, başkonsolos öldürüldüğü takdirde de idam cezası öngörülen geriye yürütmeli yasalar çıkarılacağı açıklandı.

Bu arada güvenlik güçleri yaygın bur tutuklama dalgası başlattı. Aralarında ülke çapında ünlenmiş gazeteci, sendikacı ve öğretim görevlisinin de bulunduğu sol görüşlü bir kişi gözaltına alındı. Kaçırılışın üzerinden bir hafta geçmesine rağmen Elrom'un izine rastlanamaması üzerine 23 Mayıs'ta İstanbul'da 15 saat süreyle sokağa çıkma yasağı kondu.

Aynı gün Elrom, Nişantaşı'nda bir evde şakağına üç kurşun sıkılarak öldürülmüş halde bulundu. 27 Mayıs'ta olayla ilgisi oldukları açıklanan 4 kişi gözaltına alındı. 30 Mayıs'ta ise Elrom'un kaçırılarak öldürülmesi olayına karıştıkları gerekçesiyle aranan Mahir Çayan ve Hüseyin Cevahir'in bir binbaşının kızını rehin alarak sığındıkları İstanbul Maltepe'deki ev kuşatma altına alındı.

Operasyonlar


Bu arada yine Elrom olayıyla ilgili olarak aranan Cihan Alptekin ve Tayfun Cinemre Tekirdağ'da yakalandı. 31 Mayıs'ta da Adıyaman'daki Nurhak Dağı'nda güvenlik güçleriyle çatışmaya giren 6 eylemciden Sinan Cemgil(solda), Kadir Manga ve Alpaslan Özdoğan öldürülürken, biri kaçtı, öteki iki eğlemci sağ olarak ele geçirildi.

 

Güvenlik güçleri 1 Haziran'da Maltepe'deki eve operasyon düzenledi. Hüseyin Cevahir öldürülürken, Mahir Çayan yaralı olarak yakalandı. Rehine olarak tutulan Sibel Erkan sağ olarak kurtarıldı. 16 Temmuz'da Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının, 16 Ağustos'ta da Mahir Çayan ve arkadaşlarının yargılanmasına başlandı.

9 Ekim'de Deniz Gezmiş ve 17 arkadaşı idama mahkum olurken, 30 Kasım'da Mahir Çayan ve 4 arkadaşı tutuklu bulundukları Maltepe Askeri Ceza ve Tutukevi'nden tünel kazarak firar ettiler. Bu arada 20 Eylül'de temel hak ve özgürlüklere büyük kısıtlamalar getiren anayasa değişiklikleri benimsendi.

3 Aralık'ta aralarında Başbakan Yardımcısı Sadri Koçaş ve Atilla Karaosmanoğlu'nun da bulunduğu 11 bakan, kalkınma hamlesini ve reformları Atatürkçü bir görüşle gerçekleştirme olanağı kalmadığı inancıyla hükümetten istifa etti. Bu istifalar 1. Erim hükümetinin sonunu getirdi. Yeniden Başbakanlık görevine getirilen Erim, 11 Aralık'ta yeni bakanlar kurulu listesini açıkladı.

İdamlara onay

10 Ocak 1972'de Askeri Yargıtay; Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın idam kararını onayladı. 19 Şubat'ta İstanbul Fındıkzade ve Arnavutköy'de düzenlenen operasyonlar sonucunda Mahir Çayan'la birlikte firar edenlerden Ziya Yılmaz yaralı olarak yakalandı. Ulaş Bardakçı(solda) öldürüldü.
 

 27 Mart'ta Ordu'nun Ünye ilçesindeki NATO Hava Üssü'nde görevli 3 İngiliz teknisyen Mahir Çayan ve arkadaşları tarafından kaçırıldı. Güvenlik güçleri 30 Mart'ta eylemcilerin Niksar'ın Kızıldere köyünde saklandıkları eve operasyon düzenleyip, aralarında Çayan'ın da bulunduğu 10 eylemciyi ölü, Ertuğrul Kürkçü'yü de sağ olarak ele geçirdi.

Çatışma sırasında İngiliz teknisyenler de öldü. Kızıldere operasyonundan sonra güvenlik güçleri yurt çapında duruma hakim oldu ve bu arada Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan 6 Mayıs'ta idam edildi. 12 Mart ara rejimi, Erim'den sonra Ferit Melen hükümetiyle devam etti.

Bu arada genelkurmay başkanlığını devralıp cumhurbaşkanı seçilebilmek için bu görevinden istifa eden Faruk Gürler'in cumhurbaşkanı olma girişimi sonuçsuz kalınca 12 Martçılar ilk büyük darbeyi aldılar.

Fahri Korutürk'ün cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra başbakanlığa atanan Naim Talu ülkeyi seçimlere götürdü ve 14 Ekim 1973 seçimleriyle birlikte, partiler üstü hükümetlerle yürütülen 12 Mart ara rejimi sona erdi.


Cheap Retro Replica NFL NBA MLB Throwback Football Basketball Jerseys | hp printer ink cartridges refills| Professional Wedding Pianist | Jewelry Making Supplies