27 Mayıs 1960 Askeri Darbesi

27 Mayıs darbesi, 1950'de iktidara gelen Demokrat Parti'nin (DP) Türkiye'yi gitgide bir baskı rejimine ve kardeş kavgasına götürdüğü gerekçesi ile Türk Silahlı Kuvvetleri içerisindeki bir grup subayın 27 Mayıs 1960 sabahı ülke yönetimine tamamıyla el koyması sonucu gerçekleşen darbedir.

1950'den itibaren seçimleri düzenli olarak kazanan DP, 10 yıl boyunca iktidarda kaldı. Bu süreçte, erken seçim ve yoğun muhalefete rağmen, Adnan Menderes'in başbakanlığında kurulan son hükümet; 27 Mayıs 1960'ta ordunun yönetime el koymasıyla devrildi.

1961'de, Yassıada'da kurulan askeri mahkemede yargılanan Menderes, Zorlu ve Polatkan idam edildi. Menderes'in yönetimindeki DP'nin iktidarı sırasında 1955'te gerçekleşen, 6-7 Eylül olayları da yaşandı. 


27 Mayıs sabahı gerçekleşen darbenin kısa kronolojisi:

1 Mayıs'taki sokağa çıkma yasağı nedeniyle evlerinde kalan İstanbullara rağmen, dışarıda iki protesto gösterisi düzenlendi. Başbakan Menderes, radyodan bir açıklama yaparak "Memleketimiz ne bir ihtilal karşısındadır, ne de ihtilalin sözde haklı sebepleri bu ülkede mevcuttur" dedi. Bunalımın aşılması için cumhurbaşkanının istifasını isteyen Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Cemal Gürsel'e iki ay zorunlu izin verildi ve izin sonunda emekliye ayrılacağı bildirildi.


5 Mayıs'ta Ankara Kızılay Meydanı'nda üniversite gençliği büyük bir protesto gösterisi düzenledi. Göstericilere hitap etmek isteyen Menderes itilip kakıldı.

6 Mayıs'ta İsmet İnönü NATO ülkeleri gazetecileriyle bir basın toplantısı düzenledi ve serbest seçimle iktidarın değişmesini istedi. Bu sırada gezilerine devam eden Adnan Menderes 15 Mayıs'ta İzmir'de, 17 Mayıs'ta Manisa'da konuştu.

21 Mayıs'ta Harp Okulu öğrencileri sessiz bir yürüyüş gerçekleştirdi. Bunun üzerine, Menderes, Yunanistan gezisini iptal etti.

22 Mayıs'ta Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı haberleşmeye sansür koydu. Gece 20:00'den sabah 05:00'e kadar sokağa çıkma yasağı ilan edildi.

24 Mayıs günü muhalefet meclisi terk etti ve mecliste konuşmalar yasaklandı.

Ülkenin içinde bulunduğu durumu açıklamak için yurt genelinde gezilere çıkan Menderes, 25 Mayıs'ta Eskişehir'de bir açıklama yaptı. Tahkikat Komisyonu'nun üç ay sürecek çalışmasını kısa sürede bitireceğini belirtti. Tahkikat Komisyonu, Nisan 1960'da oluşturuldu ve mecliste İsmet İnönü'nün kuvvetli tepkisiyle karşılaştı.

Komisyon üyeleri, askeri adli amirler ile sorgu ve sulh hakimlerine verilen yetkilerin tamamına sahip olarak, soruşturmanın yürütülmesi için her türlü yayını yasaklama hakkına sahipti. Soruşturmaya itiraz edenlerin hapis cezasıyla cezalandırılmasını öngören komisyon, Menderes'in çalışmalarını erken bitireceğini açıkladığı komisyon. (Aynı komisyon üyeleri, darbe sonrası Bakanlar kurulu üyeleriyle birlikte Harp Okulu'na götürüldü. Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun da gözetim alındı.)

27 Mayıs günü Menderes Kütahya yolunda tutuklandı ve Ankara'ya getirildi.



Ordu Yönetime El Koydu
27 Mayıs saat 04:36'da Ankara Radyosu'ndan Kurmay Albay Alparslan Türkeş tarafından yapılan bir anonsla ordunun yönetime el koyduğu bildirildi. Başlangıçta kısa bir süre belirsizlik olsa da, bir süre sonra ihtilalcilerin İstanbul ve Ankara'da yönetime el koydukları anlaşıldı.

Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve o sırada Eskişehir'den Kütahya'ya geçen Başbakan Menderes gözaltına alındı. Girişimin lideri ilan edilen Orgeneral Cemal Gürsel, saat 16:00'da radyoya bir açıklamada daha bulundu ve ihtilal süresince meclis yerine yasama organı şeklinde çalışması için kurulan Milli Birlik Komitesi'nin üyelerini açıkladı. Yeni bir anayasa hazırlanması istedi.

28 Mayıs'ta Milli Birlik Hükümeti kuruldu.


30 Mayıs'ta İçişleri Bakanı Namık Gedik intihar etti.
 


    


                      



Yassıada duruşmaları;



  1. Köpek davası (14 Ekim 1960 - 24 Ekim 1960)
  2. 6-7 Eylül olayları davası (20 Ekim 1960 - 5 Ocak 1961)
  3. Bebek davası (31 Ekim 1960 - 22 Kasım 1960)
  4. Vinileks şirketi davası (4 Kasım 1960 - 26 Kasım 1960)
  5. Dolandırcılık davası (8 Kasım 1960 - 3 Aralık 1960)
  6. Arsa davası (8 Kasım 1960 - 26 Kasım 1960)
  7. Ali İpar davası (15 Kasım 1960 - 19 Ocak 1961)
  8. Değirmen davası (18 Kasım 1960 - 3 Aralık 1960)
  9. Barbara davası (21 Kasım 1960 - 20 Aralık 1960)
  10. Örtülü ödenek davası (25 Kasım 1960 - 2 Şubat 1961)
  11. Radyo davası (29 Kasım 1960 - 26 Aralık 1960)
  12. Topkapı olayları davası (2 Aralık 1960 - 17 Nisan 1961)
  13. Çanakkale olayı davası (27 Aralık 1960 - 10 Mart 1961)
  14. Kayseri olayı davası (9 Ocak 1961 - 20 Nisan 1961)
  15. Demokrat İzmir davası (12 Ocak 1961 - 5 Mayıs 1961)
  16. Üniversite olayları davası (2 Şubat 1961 - 27 Temmuz 1961)
  17. İstimlak davası (17 Nisan 1961 - 21 Haziran 1961)
  18. Vatan Cephesi davası (27 Nisan 1961 - 5 Eylül 1961)
  19. Anayasa ihlali davası (11 Mayıs 1961 - 5 Eylül 1961)

Ekim 1960'ta başlayan Yassıada duruşmalarında, Demokrat Parti yöneticileri yargılanmaya başladı. 14 Ekim'de gerçekleşen ilk davada konuşan Adnan Menderes'in ardından öğleden sonra gerçekleşen celsede konuşan eski cumhurbaşkanı Celal Bayar, Afganistan kralının kendisine görevi sırasında hediye ettiği Afgan tazısını bin liraya bir iktisadi devlet teşebbüsüne neden sattığını açıkladı.


Sebep olarak "çeşme yaptırmasını" gösteren Bayar'ın davası, anayasayı ihlal davasına bağlandı. Bayar ayrıca, Kurtuluş Savaşı'ndan kaçmak ve İstanbul'daki 6-7 Eylül olaylarından sorumlu tutularak, Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü ve eski İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay'la birlikte yargılandı. Gizli yapılmasına karar verilen bu dava sonunda ilk celse tamamlandı.


31 Ekim'deki duruşma "bebek davası"yla başladı. Eski başbakan Menderes'in soprano Aynur Aydan'la olan ilişkisinden doğan gayri meşru bebeğin, doğumdan hemen sonra ölümüyle ilgili olan davada, doktorlar çocuğun erken doğduğu için yaşayamadığını belirtti. Davalar sürerken Milli Birlik komitesi tasfiye edildi ve İkinci Gürsel Hükümeti kuruldu. 




 Solda Fatih Rüştü Zorlu ve sağda Hasan Polatkan.



İdam kararları 
Bu sırada Yassıada duruşmalarına, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı İnönü'ye Topkapı olayları sırasında düzenlenen suikast girişimi davasıyla devam edildi. Dava sonunda, anayasa ihlaliyle suçlanan Celal Bayar ve Adnan Menderes'in de aralarında bulunduğu 15 kişinin idamı istendi. Duruşmalar sırasında kalp krizi geçiren Lütfi Kırdar öldü.

14 Ekim 1960'ta başlayan Yassıada davaları, 15 Eylül 1961'de karara bağlandı ve toplam 19 dosyada toplanan davalar anayasayı ihlal davasıyla birleştirildi. 592 sanıktan 288'i için idam istendi. 15 sanık idam cezası alırken, 31'i müebbetle cezalandırıldı. 418 sanıkta çeşitli cezalara çarptırıldı. Menderes, intihara kalkıştı. Cezaları onaylanan Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan 16 Eylül günü sabaha karşı idam edildi. 17 Eylül'de, de Adnan Menderes İmralı adasında idam edildi.

İdamların ardından, Ekim ayında seçimler yapılır ve ordu müdahalesiyle Cemal Gürsel cumhurbaşkanı seçilir. Kasım ayında da, CHP-AP koalisyonu kurulur. Böylelikle on yıl boyunca iktidarda kalan Demokrat Parti'li Menderes yönetimi, Türkiye tarihinin ilk askeri müdahalesi sayılan 27 Mayıs ihtilaliyle devrilmiş olur. İdam kararları tarihe, Türkiye demokrasinin bir utancı olarak geçerken, İngiltere Kraliçesi ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Kennedy'in idamları önleme çabaları da sonuçsuz kalır.

Celal Bayar ve 27 Mayıs Darbesi

"İnsanların cenneti, cehennemi dünyadaki hayatlarıdır. Biraz da hakları var, bazen insana en büyük ceza, kendi hatalı hayatı oluyor. Eğer, İsmet Paşa, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nı bir tek olaya dayanarak, çıkarttığı bir tek kararname ile merkez ve şubeleriyle birlikte kapatmamış olsaydı, Meclis'in tahkikat encümeni kurmasından belki hiç kuşkulanmayacak, kendisi ve partisinin komünistlerle iş birliği yaptığı belgelenmeyecek ve böylece Türkiye demokrasi tarihine 27 Mayıs ayıbı hiç girmeyecekti..."

Bu sözler, Türkiye Cumhuriyeti'nin 3. Cumhurbaşkanı, 27 Mayıs'ın birinci derecede muhatabı Celal Bayar'a ait.

1986 yılında Tercüman Gazetesi'nin 27 Mayıs'ı yazı haline getirmesini istediği İsmet Bozdağ'ın görüştüğü Bayar'ın anlatımında 27 Mayıs ile ilgili bazı bilinmeyenler gözler önüne seriliyor. 


Bir Bakıma Doğrudur

Kitapta, Celal Bayar'ın anıları, 27 Mayıs ve Gerekçeleri adlı söyleşiyle başlıyor. Bayar, 27 Mayıs ile ilgili düşüncelerini ilk olarak şöyle özetliyor:
 

"Beni 27 Mayıs`ın mağduru sayarlar, bir bakıma doğrudur. Bu yüzden hapsedildim, bu yüzden -kollarım arkamda bağlı- idam sehpasının altına kadar gittim. Bu yüzden insanlık haklarım elimden alındı ve ikinci sınıf vatandaş muamelesi gördüm. Bunca cefaya ve kahra uğramış insana mağdur demek, elbette yanlış olmaz. Fakat bunca iftiraya, bunca kasıtlı suç yamama gayretlerine, bunca yalan yayınlara, demeçlere, yorumlara rağmen, -bir adalet mercii olmaktan çok- bir siyasi hesaplaşma kurumu vasfında olan Yassıada Mahkemesinden sonra yüzünün akı ile topluma geri dönmek ve mağduru olduğu bir dönem hakkında fikri sorulur kişi olmak, hangi kula nasip olmuştur. Hiç tereddütünüz olmasın. Devletimin uğradığı bu kazanın, bu fiili durumun muhasebesini, bir mağdur gibi değil, dünyada aradıklarını, beklediklerini bulmuş, yaşını, başını almış, tecrübeli bir devlet adamı dikkati ve sorumluluğu ile yapmaya çalışacağım."

27 Mayıs Anayasası
 

27 Mayıs nedir? sorusuna kaleme aldığı Başvekilim Adnan Menderes adlı kitapta yanıt bulduğunu belirten Celal Bayar, "1961 Anayasasına 27 Mayıs Anayasası diyenler vardır, bu görüşün doğru olduğunu sanmıyorum" diyor. Bayar, bu yöndeki görüşlerini de şöyle aktarıyor: 

"Çünkü 27 Mayıs, Halk Partisi ile Demokrat Parti arasında sürdürülen Anayasa tefekkürü buhranının milleti usandırıp bezdirdiği bir anda alınmış fiili bir durumdur. Türk Silahlı Kuvvetleri adına radyolara el konduğu andan itibaren, durmadan tekrar edilen slogan, hareketin hiçbir parti ve zümreye karşı yapılmadığı ve kardeş kavgasını önleme gerekçesiyle hareket edildiğinden ibarettir. Buna bir ihtilal diyebilir miyiz? Tabii ki hayır. 
Çünkü ihtilal, mevcut devlet statüsünü temelinden değiştiren bir fikre dayanır. Bir tefekkür kaynağı ve bu tefekkür kaynağının beslendiği bir halk tabanı vardır. İktidara, kendi fikrini uygulamak, devlet-vatandaş münasebetlerini yeniden çizmek için gelmiştir. 27 Mayıs`ta bunlar yoktur. Öyleyse, buna ihtilal diyemeyiz."  

Bayar, 1961 Anayasası'na ilişkin görüşlerini de, "Ben memleketimin gerçeklerine saygısı olan bir insanım. 1961 Anayasası`nın demokratik hiçbir temel fikrine karşı olmadığımı, bu düşüncelerimin içinden ifade etmek isterim" şeklinde dile getiriyor.

Asılmaya Gidiyorduk

Yassıada'da ölüme mahkum edildikten sonra kararın infazı için bir hücumbot içinde İmralı Adası'na doğru yola çıktıklarında yaşadıklarını da Bozdağ'a anlatan Bayar, o sırada yaşanan bir olayı da şu cümlelerle özetliyor: 


"Arkadaşların hepsi, büyük bir vakar içinde sükunetlerini muhafaza ediyorlardı. Bu kadar yıl sonra açıkça söylüyorum; korkmamıştım, arkadaşlarımda da hiçbir korku belirtisi yoktu. Belki o anda her biri, zihinlerinde bir muhasebe yapmakta ve ailesini düşünmekteydi. Sessizliği dağıtmak için son kabinemizin Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu'ya yüksek sesle sordum: Fatin Bey, işi bıraktığımız zaman Ortak Pazar için yaptığımız müracaat ne safhadaydı? Sorumu duyan muhafızlar şaşırdılar, adeta duyduklarına inanmadılar. Biz asılmaya gidiyorduk ve konuştuğumuz mevzu, Ortak Pazar'a yaptığımız müracaattı. Rahmetli Zorlu, çok sakin bir sesle anlatmaya başladı, arkadaşlar dikkatle dinliyorlardı. İmralı`ya böyle geldik..."

İnsana En Büyük Ceza

Kitaptaki, "İnsana En Büyük Ceza Kendi Hayatıdır" başlıklı bölümde ise Celal Bayar, 27 Mayıs ile ilgili farklı görüşlerini şöyle aktarıyor:
 

"İnsanların cenneti, cehennemi dünyadaki hayatlarıdır. Biraz hakları da var, bazen insana en büyük ceza, kendi hatalı hayatı oluyor. Eğer, İsmet Paşa, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nı bir tek olaya dayanarak çıkarttığı bir tek kararname ile merkez ve şubeleriyle birlikte kapatmamış olsaydı, Meclis'in Tahkikat Encümeni kurmasından belki hiç kuşkulanmayacak, belki yapılan tahkikat sırasında, kendisi ve partisinin komünistlerle iş birliği yaptığı da belgelenmeyecek ve böylece Türk demokrasi tarihine 27 Mayıs ayıbı hiç girmeyecekti. Ve yine hiç şüphe etmiyorum bir 27 Mayıs olup bittisi başarıya ulaşmamış ya da hiç yapılmamış olsaydı, ne ordu içinde cuntalar kurulacak, ne 12 Mart, 12 Eylül müdahaleleri yapılacak, ne de demokrasi dejenere edilebilecekti. Ama ne yazık ki, çivi bir kere yerinden oynadı.

Bence, 27 Mayıs düğümünün çözüldüğü nokta, Meclis Tahkikat Encümeni kurulması kararı alındığı gün İsmet Paşa'nın Meclis'te yaptığı konuşmadır..."